Çarşamba, Aralık 04, 2013

"Benim masam"

 
Aslında masa değil, sehpa. Sağlığında anneannem ile teyzemin, bana doğum günü hediyesi olarak aldığı sandık. Ada'ya değil ama Ankara'ya getirdim, sehpa yaptım. Bu akşam telefonla konuşurken arkasına not aldığım uzun şerit, Marketing Türkiye'nin bu sayısını çevreleyen Fox TV'nin dizi tanıtım bandı. Sağda, seylan oranı fazla kaçmış demli çayım. Arkasındaki ilaçlar, Ankara'nın kuru havasına alışmaya çalışırken, maraton üstü taşınma ve 10 koli kitap yerleştirme sonucu uyutmayan gece öksürüğü, doktorun tanımıyla geçici solunum şeysi için. Geçiyor. Sağ üst köşede ev hediyesi narlar. Alttaki dergi Anadolu Jet'in. Yemek tarifleri için aldım. Aslında 30 Kasım'da giderken okuduğum sayıda daha güzel tarifler vardı ama şaşkın ben, dönüşte alırım diye düşündüm, dönüşün Aralık'a denk geleceğini hesap etmedim. Gitti güzelim ayvalı tarifler. Bu akşam, benim masamdakiler bunlar.


17 Şubat Pazartesi, 2014 notu: Bu yazının başlığı "Benim masam"ın ilham kaynağı şu blog: benimmasam.blogspot.com.tr Epeydir güncellenmiyor maalesef.



Çarşamba, Kasım 27, 2013

Kasaba hayatı, Pink Floyd ve aşure

Büyük şehirde doğdum, büyüdüm ama bir kasabada, hatta küçük bir mahallede yaşamak için yaratılmışım. Ada'da da (pardon, çok fazla -da oldu ama hepsi yerli yerinde) "özel hayat" sınırını iyi çekmek kaydıyla, en sevdiğim şeylerden biriydi bu. Yaşam pratiğinde çok faydasını gördüm. Bir keresinde PTT'ye verilecek dilekçeyi, sabah açılmasını bekleyemediğimden, karşıdaki dükkana bıraktım. Bir Cuma günü manavdan rica ettim, semt pazarından benim için deniz börülcesi aldı. (İki yılın sonunda aynı manav bana enginar ayıklamayı öğretti.) Pastane zaten hepimiz için emanet yeriydi, vapurda karşılaşamadığımızda, alıp vereceğimiz şeyleri pastaneye bırakırdık.

Neyse... Cumartesi, evi epey yerleştirdikten sonra akşam üzeri dışarı çıktım. Bir nalbur ve kahve makinesini tamir ettirecek bir elektrikçi arıyordum. Pazarın köşesinde, ocağımı da aldığım tüpçüye sordum. Esnaf hakkında, esnaf referansını önemserim. Eski karakolu biliyor muydum? Hayır. Arjantin Kebap'ı? Evet, biliyordum. (Arjantin diye kebapçı ismi mi olur?! Bir gün sırf meraktan gideceğim.) Hah, onu geçince sola giden bir yol; o yol üzerinde de gecekondular başlamadan hemen önce yan yana dükkanlar var. Nalbur da orada, elektrikçi de...

Nalbur. Tamam. (Ustanın tarifine uymaya çalışırken, kavram karmaşasıyla, yanlış ölçüde boru aldığım sonra ortaya çıkacaktı.)

Terzi. Şu an lazım değil.

Elektrikçi. Kapalı. Tüh.

Televizyon tamircisi? Bi' şansımı deneyeyim. Kahve makinesi de elektrikli alet sonuçta!

Elektrikçi 5 dakika önce kapatmış dükkanı. Televizyon tamircisi, kahve makinesini ertesi sabah komşuya teslim etmek üzere aldı. Takip için telefonunu verdi. Bana da küçük yerde yaşamanın keyfini çıkarmak kaldı.

--

3 gün sonra. Filmin devamı:

- Nalburdan aldığım akordeon şeklindeki boru kısa geldi. Ayrıca her alüminyum folyo gibi görünen alüminyum, alüminyum folyoya benzemiyormuş. Öyle kolayca şekil almıyormuş. İkinci nalbur seferi. Yeni ölçü. Sonuç: Olumlu.

- Kahve makinesi. Elektrikçi amcayla beraber fişe taktık. Suyu doldurduk. Beklemeye başladık. TV'de haberler vardı. Spiker, Melih Gökçek'in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı ilan edildiğinden bahsediyordu. Amcanın "rengini" bilemediğim için pek politikaya girmek istemedim. ODTÜ'lüler çok geliyormuş. Sevdi beni. "O kadar yürüdünüz ama yine de yolu yaptı adam" dedi. 6. dakikada sinyal sesi başladı. "Şunlar ne" diyerek, daha önce hiç kullanmadığım erteleme düğmesine bastı. Makine sustu! Yeminle ben de kurcalamıştım! Hain makine, diş doktoruna gidince ağrısı kesilen diş gibi çıktı! Neyse amcayla karşılıklı güldük, makineyi bir torbaya koyduk ve vedalaştık.

Dönüşte markete uğradım. Geçen yıl, bu vakitler, bir değil, iki kez birlikte aşure pişirdiğimiz, "bu sene yapamadık, Dr. Oetker mi denesek" dediğim için beni Twitter'da ifşa etmekle tehdit eden arkadaşımın gazıyla buğday, fasülye, nohut, şeker ve pirinç aldım. Kuruyemiş evde vardı. Önce yemeği kurdum (zeytinyağlı kereviz) sonra buğday, nohut ve fasülyeyi ayıklayıp ıslatmaya koyuldum. O sırada 7/24 Pink Floyd cover'ı çalan KAOS Sound'u dinliyordum. Birden yaptığım şey çok garip geldi. Pink Floyd ve aşure. Olsundu. Çin mutfağında tatlı-ekşi tavuk vardı ya, Nokta'nın mutfağında da Pink Floyd ve aşure olsundu. Afiyet olsundu.



Cumartesi, Kasım 23, 2013

Küçük zevklerin insanı

Küçük zevklerin insanıyım.

Taşınma sonrası yerleşme karışıklığı içinde olsa da yeni evimde, ilk upuzun, gazeteler eşliğinde kahvaltımı yaptım. Sonra çayımı alıp kanepeye, dünkü Radikal Kitap'ı okumaya geçtim. Kablosuz İnternet'te sorun var, bağlantı kesiliyor arada. TuneIn'den vazgeçip, "party playlist"i çalmaya başladım.

Sandığı açmalı, kalan eşyaları yerleştirmeli, ortalığı süpürüp halıyı sermeli, yatak odasının tülünü asmalı, sonra 100. Yıl'a gidip kolilerin hiçbirinden çıkmayan, kitaplıkları monte etmek için gereken alyan ve vidaları alacak bir nalbur bulmalı, bulmuşken aspiratör için 50 cm'den uzun, 100 cm'den kısa boru (ustanın tarifi) almalı, kahve makinesini tamir edecek bir elektrikçi bakmalıyım. Ama hepsi bekleyebilir. Önce Semih Gümüş'ün Alberto Manguel yazısını okuyacağım. Belki sonra Manguel'in Geceleyin Kütüphane kitabını açıp karıştıracağım. Yeni kitabı Okumaların Okuması'nı alınacaklar listesine not edeceğim.

Kendimi bugün zamana bırakacağım, aceleyi ise pazartesilere, salılara...

Salı, Ekim 29, 2013

Bir devrin sonu

Selanik Caddesi'nde bir eve bakmaya gidiyordum. Meşrutiyet Caddesi'nden yukarı yürürken Ankara'da, daha doğrusu şehir merkezinde, ilk kez bir tanıdıkla karşılaştım.

Bir devrin sonu bu: Yabancı, turist ve yeni olmanın sonu...

Cumartesi, Eylül 21, 2013

Neden

Tatlı tatlı depresyona girmek için her şeyim var:
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Azalan güneş
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
- Buruk bir tatil
- Tuhaf bir telefon görüşmesi
...

Salı, Eylül 03, 2013

Masa

Dün Ankara'da ilk rakımı içtim.
Bir kadehti. Yeşilinden. Peynir, kaya koruğu, deniz börülcesi, ahtapot ızgara,
zekâ, yaratıcılık, kahkaha vardı yanında. Masa dışarıdaydı. Hava karardı kararacaktı.

Suyun sertliği, nem oranı, deniz seviyesinden yükseklik, oksijen...
Farklılık var mı, duyumsamaya çalıştım. Keyfini çıkardım. Yeniliğin...

Pazar, Eylül 01, 2013

Bağ evi

24 Ağustos Cumartesi.
Sabah 06:50.
07:00 otobüsü için duraktayım.
Geldi. Durdu. Şoför kokpiti kurcalıyor.
Dijital yazı akmaya başlıyor: "417"
Aa gidiyor! Durdurdum:
- AŞTİ'ye gider mi? (Teyit sorusu)
- Gitmez.
- Yakınından da geçmez mi?
- Önünden geçer.
- !?

***

AŞTİ.
Süha Turizm. Bilet gidiş-dönüş. Ayırttığım gibi.
Tost kötü. Vapur tostu gibi.














Bozkır, bozkır, bozkır...
Bir Neşet Ertaş türküsünün içinden geçiyorum.
Bazı türkülerin neden sepya olduğunu anlıyorum.

***

(Berbat) bir mola yeri: Mavi Kent
5 saat sonra Kayseri. Terminal.
Uğurlayanım yoktu, karşılayanım var.

***

Shell, Opet, bulunmayan sigara. Neydi adı?..
Pide.
Sayısal loto.
Etrafı dağlarla çevrili bir çanak.
TOKİ her yerde.
Her yerden görülmekte: Erciyes.
Sözlükteki "heybetli"nin, hayattaki karşılığı.
Erciyes'in çatısı altında olmak...

"Kayseri'de kaybolursan Erciyes'e doğru git."














Bağ evi.

Esinti.
Aşağıda Kayseri.
Bağ-bahçe.
Karadut. İçine girdim. Ellerim boyandı, ağzım tatlandı.
Üzüm. Bağdan.
Eriklere yetişememişim.

***

Serin odalar. Üşürsün.
Zevkli ayrıntılar. Seversin.
Eski eşyalar. Hislenirsin.

***

Akşam.
Küçükten büyüğe, dayanıklılık sırasıyla, sırtımıza bir şeyler giydik.
Mantı. Anneminkilerden farklı, küçücükler. İki dolu tabak yedim.
Tabağım, şimdilerde pek bulunmayan, ince porselenden.

***

Loto çekildi. Sıkı durduk: İkramiye Melikgazi'ye!
Ama maalesef bizim kuponlara değil. Çok yaklaşmışız; kombine uçak biletine, bağ evi için arabaya, bahçeye havuza, mortgage'ı kapatmaya, har vurup harman savurmaya...

***

Bahçe sulama. Sesi bile terapi.

***

Ertesi gün.
Kahvaltı.
Vejetaryenliğin imkânsız olduğu şehir.
Değilim.

***

Şehir turu.
Yeğen. Benimkinden iki yaş büyük. Tatlı.
Evler taştan. Küp küp.
Kiminde inşaat, kiminde yaşayan var.
Tek arabanın geçebildiği sokaklar. Pek çoğunun "rehberim"de anısı var.
Ermeni nüfusu mu? Kalmamış. Elia Kazan, Nazar Büyüm...

Talas.
Okul. Yatılı.
Adeta kuş yuvası.

***

Bulvarlar-lar-lar...

Kapalıçarşı. Serin.
Çarşıda satılanlarla
avm'de satılanlar arasında on yıllar var. 

***

Selçuklu şehri.
Maalesef örnek alınmamış mimarisi.
Orijinal kümbetler tüm estetiğiyle dimdik ayakta,
çirkin bir taklit avm'nin önünde.

***
 
Dönüş. Evden dönüyorum sanki.
Çantamda erik marmelatı, sucuk baharatı...

***

Ankara. Herkesten uzak ama her yere biraz yakın.




Cuma, Ağustos 16, 2013

Rastlantı

"Rastlaşsak" diye düşündü kadın, "tanımayız birbirimizi".
"Neden" diye düşündü adam.
"Kokum değişti. O parfümü kullanmıyorum artık."

Pazartesi, Ağustos 12, 2013

Birisi tatil mi dedi?

Yaz okulu bitti. Kampus şimdi tatile girdi. Pazartesi sabahı ofise yürürken yolda gördüğüm otomobil sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Pazar gecesini yolda geçirdiğim için sabah kahvaltı edemedim. Yol üzerindeki tek kafe-pastane olan Doyurucu'ya (ne yaratıcı isim!) uğradım. Açma-poğaça kalmamıştı. Neyse Şok'un fırın reyonuna bakarım dedim. Orada da kalmamıştı. Manav reyonu tamtakırdı. Adada kışın Ergün Pastanesi çavdarlı simit çıkarmazdı, müşteri az diye; manav erkenden paydos ederdi, son vapura yetişecek diye. Burada da Şok Market, neredeyse dükkanı kapatıp gidecek, müşteri yok diye.

Akşam ofisten çıktığımda saat 8'e geliyordu. Sakin sakin Çatı'ya yürüdüm. Kampus benden daha sakindi. Çatı'ya doğru ilerlerken sakinlik, yerini ıssızlığa bıraktı. Yaklaşınca anladım ki Çatı kapalıydı. Çünkü yaz okulu bitmişti.

Çarşı'ya yöneldim. Hemen girişteki Burger King'e girdim. Temizlik vardı. Dünyanın 7'de kapanan tek Burger King'inin bizim mahallede olduğunu o anda öğrendim.  Çünkü yaz okulu bitmişti.

Eve geldim.  Dominos Pizza'nın web sitesine baktım. Telefon açtım. Akşam 8:00'den sonra servis yapmıyoruz dediler. Açıklama şaşırtıcı ve acıktırıcıydı.

Hadi Nokta aç buzdolabını, ye yoğurdunu dedim kendi kendime. Yarın akşam da bu kadar geç kalma.

Cuma, Temmuz 26, 2013

"Acaba değer mi?"


...diye düşündüğümüzde Lale Müldür'ün aşağıdaki dizelerine bakıyoruz. Çok pratik bir değerlendirme. Sonuç, çoğunlukla "değmez" çıkıyor.





sen açacağın onca belaya değer misin?
özür dilemek dışarı çıkmak isterdim
uzun bir gece olacak
durumlar giderek daha da çok karışacak
ya da açıklaşacak
Devamı şurada.


Çarşamba, Temmuz 24, 2013

Kocatepe

Bir düğün, bir cenazeye katıldım Ankara'da. Geriye bebek ziyareti kaldı. Bir aday var, Arya. Nedim'in kızı. Bu aralar dünyaya gelebilir. Bir-iki ay sonra da Ankara'ya...

Dün Emin'in babasının cenazesine gittim. Kocatepe Camii'ne.

Kızılay'dan, dünyanın en gereksiz yaya üst geçitlerininin arka arkaya sıralandığı Meşrutiyet Caddesi boyunca yürüdüm. Bir piyango satıcısına adres sordum ve tam gösterdiği köşeden sağa dönünce alt katında süper market olan cami karşıma çıktı.

Binaya yaklaştım. Görünürde avlu yoktu. Sağ ve sol tarafta merdivenler vardı. Hangisinden çıkacağımı bilemeyip, sağdakine yöneldim. Ağaçsız, gölgesiz, taştan ibaret dev bir alanla karşılaştım. Avlu diyemedim çünkü bildiğim avlulara benzemiyordu. Gözüm Ebru ve Emin'i aradı. Işık o kadar kuvvetliydi ki, zemin kaplamasındaki açık renk taşla da birleşince görmek zorlaştı. Sol tarafta bir kalabalık vardı. Evet, oradalardı.

Hayat garip. İstanbul'dan bir arkadaşımla Ankara'da bir cenazede buluştum. Ona, babasını kaybeden eşine ve tanımadığım yakınlarına baş sağlığı diledim. Hüzünlü tonda günlük meselelerden konuştuk. Daha güzel günlerde görüşmek üzere ayrıldık. Ben birkaç saat içinde ölümü unutturan günlük yaşama geri dönmüştüm. Onlarınki zaman alacaktı...

Salı, Temmuz 16, 2013

Cesaret

Blogdaki taslak sayısı 35'e ulaşmış. Bazı yazıları hazır olmadığından, bazılarını da yayınlamaya 'ben' hazır olmadığımdan taslak olarak tutuyorum.

Evet, doğru, kendi kendime yazıyorum. Yazdıklarımı bazen birileri okusun istiyorum, bazen "birileri" okumasın... Ama seçme şansım yok. Cesaret. Medeni cesaret. Kalbi açma cesareti. Yazma cesareti. Yaratma Cesareti. Rollo May versin isteyenlere gereken cesareti.

Çarşamba, Temmuz 10, 2013

Tehlikeli günler

Tehlikeli günlerden geçiyorum. Biraz, Orhan Veli'nin "böyle havalar" dediği havalardayım. Mesela sabahları ofise yürürken etrafta çimleri sulayan otomatik spreyler hoşuma gidiyor. Bazılarının menzilinden zıplayarak kaçıyorum. Bugün bir tweet'te şuna benzer bir şey yazıyordu: "Küçük şeylerden mutlu oluyorsan, aşıksın demektir". (Aradım ama bulamadım, bulunca kaynağını buraya ekleyeceğim.)

Dün iş çıkışı spor malzemeleri satan dev bir mağazaya gittim. Koşmak için şort, koşu programının karmaşık zamanını tutmak için 50 ayrı zaman ayarlayabileceğim kronometreli saat, bisiklet kaskı-eldiveni-reflektörlü paça tutucusu (ismi tam doğrultamamış olabilirim) aldım.

Dönüşte A1'den yürüdüm. İlk gün egzersizi niyetine. Bu sabah erken kalkıp bu kez stadda yürüdüm. On haftalık bir program bu. Başlamadan önce sekiz gün yürüyüş, sonra koşu-yürüyüş karışık. Koşu oranı sürekli yükselecek ve onuncu haftada 30 dk. koşabilecek hale geleceğim. Adada başlamıştım ama araya tatiller girince aksamıştı. Bu kez kararlıyım.

Ayrıca hafta sonu bisikletin de açılışını yapmak istiyorum. Binmeyeli epey oldu. Zincirinde bi' tuhaflık sezmiştim, umarım ciddi bir şey değildir. Belki bazı günler ofise bisikletle gelirim.

İçinde semantik geçen şarkı

"İçinde semantik geçen şarkı" diye şuraya yazayım da aradığımda Google'da çıksın. Adını kesinlikle aklımda tutamıyorum çünkü.

In a Manner of Speaking by Nouvelle Vague

Salı, Temmuz 09, 2013

Öğlen


Öğlen yemeğimi bir fındık ağacının altında yedim. Fındıklar henüz olmamış. Beklemedeyim.

Gurbet

Dün akşam telefonum çaldı. Tanımadığım bir numara.

Kadın: Gurbet?
Ben: Kimi aramıştınız?
Kadın: Gurbet'i aradım.
Ben: Yanlış oldu.
Kadın: Afedersin evladım.

Telefonu kapatırken düşündüm. Aslında doğruydu. Evet, burası gurbet.

Pazartesi, Haziran 24, 2013

Saat

24 Haziran Pazartesi. Saat 22.07. Market kapandığına, pastane kepengini indirdiğine, çarşı esnafı evine gittiğine göre kahveyi nereden temin edeceğim?! Biyolojik saatim mesai saatlerine uyumlu değil.

Adadan taşındım ama adayı yanımda getirdim.

Salı, Haziran 04, 2013

Kitaplarıma kavuştum. Artık o kadar yalnız sayılmam.

Bu akşam çay demledim. Eda-Tansu'nun armağanı fincanımla içiyorum. Yağmur yağıyor ince ince. Balkon kapısı açık. Toprak, yaprak, hayat kokusu içeri geliyor. A4 Kapısı'ndan çıkan kortejin "Her yer Taksim, her yer direniş" sesleri uzaklaştı. Saat dokuz buçuğu geçiyor.

Çocuklara, İstanbul'dan ayrılırken "gidip yerleşince sizi aldıracağım" demiştim. Öyle de oldu. Hele içlerinde biri var ki, yazarından imzalı, damgalı, pullu zarfla geldi, diğerlerine yetişti. (Fotoğrafta, yüzü bize dönük, öndeki kitap.)

Sağ olsun Seda, "yangında ilk kurtarılacak" kitaplarımı kargoyla ulaştırdı. (Taşınırken ayırmak zor olmuştu, yanıma alamamıştım. İki valizim vardı ve turuncusu çok ağırdı.)  İlk posta geçen cuma geldi. Eskişehir'e gideceğim için getirip yerleştirememiştim. Pazartesi kargocu bir daha çaldı kapımı. Bu kez bir sırt çantası, içi yine kitap dolu. Demek, hepsi koliye sığmamış. Akşam hepsini tek tek, özenle çıkardım koliden. Artık, o kadar yalnız değilim.

Cumartesi, Mayıs 25, 2013

İlk hafta

Birinci gün:

Uçaktan indik. Biz. Ben ve valizlerim. Turuncusu çok ağır.

İstanbul bulutluydu, burası güneşli. Yağmur sonrası. Temiz.

Havaalanına 40 km mesafede olduğumuzu söyledi şoför. İlk geldiğimde, yoldaki sohbetten olmalı, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Evet, 40 km varmış. Bi' türlü gelemedik sanki.

Geçtiğimiz yollar hakkında hiçbir fikrim yok. Yön duygumu devreye sokmak için bir kerteriz noktasına ihtiyacım var. iPad'i açıyorum. Google Harita'da mavi bir nokta beliriyor. İşte o benim. Mavi ve Nokta. Daha doğrusu, biz. Ben ve valizlerim. Turuncusu çok ağır.

A1 Kapısı'ndan giriyoruz. (Güm güm güm...) Duralım deyip, ağacın fotoğrafını çekmeyi düşünüyorum. Utanıyorum birden. Ağaçların içinden uzayıp giden yolda ilerliyoruz. Bisikletlilerle, yürüyenlerle, otostop çekenlerle, mavi otobüsle karşılaşıyoruz. Biz. Ben ve valizlerim. Turuncusu çok ağır.

Kıvrılarak yükselen yokuşu tırmanıp kalacağım misafirhaneye varıyoruz. Bana hoş geldin diyen güneş, ufaktan alçalıyor.

Valizleri resepsiyon görevlisi ve şoförle birlikte indiriyoruz. Silkme ve koparmada 54 kg'de ülkemizi olimpiyatlarda temsil edecek düzeye geldim galiba.

Daireye yerleşiyorum. Pencereler açık, dolayısıyla kapalı kalmışlığın havasızlığıyla karşılaşmadığıma seviniyorum. Kapıyı açıp balkona çıkıyorum, kuş cıvıltısının düzeyi daha da yükseliyor. Ağaçlar henüz küçük ama kalabalıklar. Yeşil bir tepedeyim. Beton bloklar uzakta ve ancak yüksektekiler görüş alanımda. İyi.

Yatak odasına geçiyoruz. Biz. Ben ve valizlerim. Turuncusu çok ağır. İlk önce onu açıyorum. O hafifleyince ben de hafifliyorum. Taksi çağırıp çarşıya iniyorum. 

İlk duyduğum, iğde kokusu. Bitmez, tükenmez... Mis. Akşam ışığını beğeniyorum. Ağaçların yapraklarına dokuna dokuna iniyor. Sakin... İnsanlar da öyle. Banklarda, çimlerde... Ders çalışanlar, sohbet edenler, yemek yiyenler, işten dönenler, spora gidenler ve belki bilmediğim, benim gibi ilk kez gelenler... İyi. Ada gibi.

İlk

Daha önce bir şehirden hiç böyle ayrılmamıştım. Bir şehirden, arkadaşlardan, adadan, vapurdan, denizden, tanıdıklardan, tanımadıklardan... 'Bir dahaki sefere'lerden, 'görüşürüz'lerden, tesadüflerden... Boğazımı düğümleyenlerden, boğazını düğümlediklerimden, nabzımı hızlandıranlardan, nabzını hızlandırdıklarımdan... Gereksiz duygusallaşmak istemiyorum (gerekli duygusallaşmak varmış gibi) ama ara ara endorfinin etkisinin geçmesinden mi nedir, nerede olduğumu fark ediyor ve şaşırıyorum.

Veda etsen bi' türlü, etmesen bi' türlüydü... Gözlerimi doldurmamaya çalışarak en sık diyebildiğim şuydu: "Görüşürüz değil mi, özlemeyiz değil mi?"

Geldiğim yer uzak mı? Değil.
Sanki tüm sevdiklerimle her gün mü görüşüyorduk? Hayır.
Ama aynı şehirde olmak, olduğunu bilmek başka(ymış).

Pazar, Nisan 21, 2013

Zeytin ağacı

İlk ağacımı diktim bugün. Bir zeytin ağacı. Ölümsüzlükle temas ettim.

Cuma, Nisan 19, 2013

Yolculuk

Hayatımın önemli konuşmalarından birkaçı yolculukla ilişkili. Yeğenim olacağını, bir kış akşamı, otobüs kapısında öğrendim. Bir zamanlarki sevgilimle işlerin iyi gitmediğini, bir yaz başı, anneme havaalanında anlattım. Bir bahar günü, Eminönü-Kadıköy vapurunda hayatî bir hayır demek zorunda kaldım. Başka bir gün, 19:40 vapurunda bir büyüğüme üzüntümle yakalandım. Yakınlarda, yağmur sonrası ılık bir akşam, son ada vapurunun arkasına saklanıp, masadan kalktım. Yıllar önce, bir yol sohbetinin konusu olan Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi, hayatımı şekillendirdi. Önemli bir yolculuk öncesi, akıl hocama tavsiyesini sorduğumda, 'kendin ol' dedi. Bundan daha yüreklendirci bir yanıt, henüz, almadım.

Yoldayım bu akşam...

Pazar, Nisan 14, 2013

"Hürriyete Doğru"

Kimliklerim, yıkanan giysinin cebinde kalmış gibi. Mürekkebi dağılmış, mührü silinmiş. Aidiyetsizlik. Hafiflik. Güzel. Hürriyete Doğru gibi.

Perşembe, Nisan 11, 2013

Tesadüfen
















Ada ve vapurunda, işler tesadüfe dayanır.

Planlar, çoğunlukla iskeleye kadardır.

Lodos eser, iskelede kalırsın.

Sis olur, gidemezsin.

Kırmızı ışığa takılır, Kabataş'a yetişemezsin.

Kabataş'ta yoktur ama umudunu kesme, vapura Kadıköy'den binebilir!

Tesadüfen karşılaşır ve belki tanışırsın.

Kimine hayır demen gerekir, kimiyle arkadaş olursun.

Giderken yunus görürsün tesadüfen, dönüşte yeni ay...

Özlesen bile karşılaşmayı planlamazsın çünkü tesadüfün kurallarına aykırıdır.

Sözleştiğinde, buna uyarsın. Ama kronometre burada çalışmaz.

Belirsizliğin heyecanı bu işte.

Kendimi doğanın kollarına bıraktım... Ve tesadüfün!



Çarşamba, Nisan 03, 2013

Cam kesiği

Cam bu: Kırılır.

Kırılmasın diye boşuna yakaladın.

Avuç içi sağlamdır ve bir o kadar da zor iyileşir. Metaforun gözü çıksın!

Pazar, Şubat 24, 2013

Tarif

Biraz ada,
biraz deniz,
aldığı kadar ay ışığı.
Bir kalbe konur...

Cumartesi, Şubat 09, 2013

İçimden söylediğim şarkı

Telefonum çalıyor. Konuşuyoruz. Kapatıyoruz. Ama telefon melodisi olarak ayarladığım, o aradığında çalan şarkıyı içimden söylemeye devam ediyorum. Epey bi' zaman...