Pazar, Ocak 07, 2007

Kitaplar



Gece uyumadan önce okuduğum kitap, yolculuğa çıkarken yanıma aldığım kitap, plajda birlikte bronzlaştığım ya da bekleme salonunda birileriyle konuşmaktan beni kurtaran kitap, vapurda sayfalarını rüzgarın çevirdiği veya bazen yemeği birlikte yediğimiz kitap genelde aynı değil.

Gece yatmadan önce kişisel gelişim türü kitapları kesinlikle kafam çekmiyor mesela. Uzunca bir dönem yatarken Türk Gülmece Öyküleri Antolojisi’ni okudum. Pozitif bir ruh haliyle uykuya başlamak için... Kitap kalın olmasına kalındı ama uzun süre bitirememiş olmamın nedeni, yatakta okurken sadece 2-3 sayfadan sonra uykuya dalıyor olmam. Okuma lambamı bile kapatamam çoğu zaman.

Epeydir yatarken şiir okumaya çalışıyorum. Kelimelerin konsantre, anlam yüklü kullanılışları kafamda iyice yer etsin istiyorum. Rüyalarda Problem Çözme diye bir kitap okumuştum, yatmadan önce alt bilinci programlamak mümkünmüş.

Uzun yolda birkaç kez biyografi denk geldi. İş Kültür’ün biyografimsi serisi olan Nehir Söyleşileri’nden birkaçını yollarda devirdim. Biyografileri çok severim. Mesela Adalet Ağaoğlu’nun günlüklerinin bir kısmı olan Damla Damla Günler’ini okurken bir yazarın iç seslerini duymak çok etkileyici bir deneyimdi. Bir yanda yazma sancıları, diğer yanda devam eden günlük yaşam... Önceki yaz elimdeki kitap yolun yarısında bitiverince, mola yerinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü almıştım. Yolculuğun geri kalanı kıkırdayarak ve nasıl oldu da bu kitabı daha önce okumadım diye hayıflanarak geçmişti.

Yıllar önce bir Bodrum tatilinde Trevanian’la tanışmış ve o hafta içinde Türkçe’ye çevrilmiş bütün Trevanian’ları okumuştum. Unutulmaz bir haftaydı.

Bazen okumalarım durur. Kendimi kitaba veremem, kitap okuduğumu unutamam, kitabın içine giremem bir türlü. Aynı sayfayı birkaç kez okurum.Hatta kaldığım yerden devam edemediğim, biraz daha geriden aldığım zamanlar olur. Kitaplar yığıldıkça üzerimdeki baskı artar, okumam lazım diye içim içimi yer. Bu gibi zamanlarda kurtarıcım bilim-kurgudur. Jules Verne, Isaac Asimov, Frank Herbert, Arthur C. Clarke’ı çok severim.

Gündüz okumalarımda ise öykünün yeri ayrıdır. Bir ara öğlen yemeklerinde dışarı kaçardım. Ajansın yakınlarında bir park vardı. Çekmecemde de her zaman öykü kitabı, öykü dergileri olurdu. Yarım saat temiz havada okumak çok iyi gelirdi. Hatta sanat yönetmeni bir arkadaşımla bunu sistemli olarak yapmıştık bir dönem.

Yakın zamana kadar artık öğrenmek için bir şey okumanın zor olduğunu düşündüğümü fark ettim. Yüksek lisans yapmaya karar verirken tekrar ders çalışma fikri beni ürkütüyordu. Çünkü okurken bir şeyler öğrenmek başka, öğrenmek için okumak başka düşüncesine kapılmışım bilmeden. Oysa dersler başlayınca konu ilgi çekici olduğu sürece öğrenmek için tekrar bir şeyler okuyabildiğimi sevinerek gördüm. Aslında şimdi yazarken fark ettim, saçma bir düşünceymiş bu. Yıllardır her yeni müşterinin ciğerini öğrenmek için sayfalar dolusu okuyup, günlerce ders çalışmıyor muydum zaten! Gözümde büyütmüşüm demek ki...

Bazen de elimden "hiç" bırakamadığım kitaplar olur. Yıllar önce Tom Robbins'in Parfümün Dansı’nı öyle okudum.

Neyse saat epey ilerlemiş. Biraz Attila İlhan okuyup yatayım artık...

Hiç yorum yok: